İşletme aslında çok yönlü bir bölüm. Şu kişilere göredir diyebilmek gerçekten çok zor.. Çünkü burdan mezun olduğunuzda, insan kaynaklarında da çalışabilirsiniz, pazarlamacı, muhasebeci olabilirsiniz ve daha sayabileceğim onlarca farklı mesleği icra edebilirsiniz. Fakat bu bölümü severek okuyabilmek için basit olarak sayılarla ve parayla aranızın iyi olması gerekiyor diyebilirim. Çünkü bu ikisi tüm eğitim dönemleri boyunca karşınıza çıkacak.
Okulun sağladığı devlet yurtlarının oldukça yetersiz olduğunu düşünüyorum. Yetişkinlik çağında olarak nitelendirebileceğimiz 19-25 yaşları arasındaki insanların 20 metrekarede beşer altışlar kişi olarak ikamet ediyor olması pek de sağlıklı bir durum değil. Sanırım yenilenmesi gereken en önemli faktörü, okulun yurtlarıdır diyebilirim.
Amerika'daki ve Avrupa'daki üniversitelerin çok büyük bir bölümüyle anlaşması olduğunu biliyorum. Hatta tanıdığım her üç kişiden ikisi kesinlikle mezun olmadan Erasmus'a veya Exchange programına katılmış oluyor.
İngilizce öğrenimini lisede boşlayıp tamamıyla üniversiteye bırakmamalarını tavsiye ederim öncelikle. Öyle bir durumda burda bir senelik hazırlık döneminde kitaptan kafalarını kaldıramayıp, ders yükü anlamında en sade ve rahat yılı etraflarına bakamadan geçiriyorlar. O yüzden liseden İngilizce adına bir temel alıp gelmelerini öneririm. Bir de bir bölüme sıkı sıkıya bağlı kalmaktansa, o bölümü tercih etmeden önce okulun sitesine girip derslere, o derslerin yıllık programlarına, neleri öğrettiklerine ve bun dersi veren öğretim üyelerine bakmalarını öneririm. Bölüm tercihinde çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Kısa ve öz olarak, azıcık yıllık hayatımdaki en doğru kararım Boğaziçi.
Güney Kampüsü herkes bilir. Zaten okul tanıtımlarına da lise öğrencileri hep Güney Kampüse, boğazın ayaklarınızın altında olduğu yerde götürülür, gezdirilir:) Fakat ilk sınıf dersleri genellikle daha az bilinen Kuzey Kampüs'te yapılır. Soğuktur, gridir, ve duvardır. Hoşlanmadığım tek yönü, bu kadar hayran olduğum bir okulun bu kadar aktif olmak zorunda olan, bir o kadar da yalnızca "bina"dan oluşan bir kampüsü olması sanırım. Yakıştıramıyorum nedense.
Daha önce de dediğim gibi, akademisyen kadrosunun dinamik, çağdaş ve yeniliğe açık insanlardan oluştuğunu düşünüyorum. Bu, kendini geliştirmeye her yönüyle açık insanlar için günümüzde bulunması zor bir şey. Kampüslerinin fiziki koşulları, 1. sınıftan itibaren yalnızca bölüm derslerinin alınmasından ziyade, her bölümden öğrencilere tarih, edebiyat ve felsefe gibi derslerin zorunlu kılınması da bir diğer hayran olduğum özelliğidir okulumun. İngilizce eğtiminin de oldukça yeterli olduğunu düşünüyorum.
Üniversite'ye hazırlandığım yıllarda hiçbir zaman vakıf üniversitesine ya da özel üniversiteye gitmek istememiştim, bunun en önemli sebebi ise, devlet üniversitelerinde bireylerin , diğer üniversitelere nazaran, hayattaki imkanları kendilerinin yaratmaları ve onların peşinden bir mücadele ruhuyla koşmalarıydı. Diğer bir deyişle, zoru istedim sanırım. Hayatta hiçbir şeyin gümüş tepside bana sunulmayacağı fikriydi beni devlet üniversitesini tercih etmeye iten. Bu üniversitelerin içinde beni Boğaziçi'ni yazmaya iten ise, Türkiye'deki en iyi devlet üniversitesi olması, donanımlı akademisyen kadrosu, ve çoğu okulun uygulanmayan fakat Boğaziçi'nde sıkı sıkıya uygulandığını bildiğim "eğitim dilinin %100 İngilizce olması" maddesiydi. Fiziki koşulları ve yurtdışı bağlantılarının çok güçlü olması da göz ardı edilemezdi tabiki:)