Hacettepe Üniversitesi

Hacettepe Üniversitesi'nin hoşlanmadığınız yanları nelerdir?

41 Cevap

Sonuçlar 2. sayfadan itibaren gösteriliyor. İlk sayfaya dönmek için tıklayın.

Dediğim gibi bu üniversite ve bölüm gerçekten zorlayıcı. Sevmeden yapılıcak bir iş değil. Bu bölümde zorla okumaya çalışmak tam bir işkence olacaktır.

Ulaşım. Tek hat olan otobüsler, kampüste kalmayan öğrenciler için işkence oluyor. Klasik şeyler bende de var: öğrenci işlerinin yavaşlığı, genel bürokrasideki sorunlar. Bir de merkeze biraz uzak olması benim canımı sıkan bir başka durum. En merkezi yer olan Kızılay’a bile 35-40 dakikada varıyoruz. Bunların dışında bir sorunum yok okulumla. Havuz olmamasını dert etmiyorum, Antalya’da yaşadığım için zaten denizle iç içeyim, havuzdan da nefret ederim. :)

Tabu olmuş bazı kişilerin yeni sisteme ayak uyduramaması benim hoşlanmadığım tek şey diyebilirim.

Dersler çok yoğun. Bu hem iyi hem kötü. İyi, çünkü donanımlı doktorlar yetişiyor; kötü, çünkü bazen sosyal hayatınızı sıfıra çekiyor bu dersler. İntörnlükte çok çalışıyoruz, çok yoğun nöbetler var, bu da birçok tıpta rahat geçirilen 6. sınıfa kıyasla bizim okulun bir dezavantajı.

Okuduğum bölümün akademik takviminin diğer fakültelerden farklı olması sebebiyle okulumuz her dönem 2-4 hafta arası geç kapanıyor. Ders seçim haftalarında yeterli miktarda dersin açılmaması nedeniyle bilgisayar başında sabahlara kadar ders seçebilmek için oturmak zorunda kalabiliyorsunuz. Son olarak öğrenci işlerindeki personellerin yeterli donanım ve bilgiye sahip olmaması doğru bilgiye ulaşabilmek için ciddi bir çaba vermenizi gerektiriyor.

Vizeler lisedeki sınav sistemi gibi işliyor. Sınav bittikten sonra sıradaki dersin hocası gelip kendi dersini işliyor. Sınav haftası diye bir şey yok anlayacağınız. Tercih hakkı sunsalardı ben yine bu sistemi tercih ederdim, o ayrı.
Okul geç açılıyor, geç kapanıyor. Kimi üniversitelerin yaz okulu biterken hala final döneminde oluyorsunuz. Sömestr tatili olayı biraz karışık, tatil var ama dönem finalinden önce.
Hastaneleri olan ve tam ortasından cadde geçen bir kampüse sahipsiniz ya da bir kampüse sahip değilsiniz, ikisinden biri işte.

1.laboratuvarlardaki eksiklikler(kimya laboratuvarında turnusol kağıdının, deneylerde kullanılacak bazı kimyasalların eksikliği gibi komik şeyler)
2.yemekler pahalı ve et yemekleri dışında pek seçeneğiniz yok gibi (vejetaryen vegan falansanız açlıktan ölürsünüz zaten)
3.hocalarımızın genel olarak yaşları itibariyle biraz eski kafalı olması

Ulaşım konusunda sıkıntılı günler yaşadığımız gerçekten oluyor, ulaşımın problem olduğunu söyleyebilirim.

Hacettepenin en çok para harcadığı alan tıptır. Diğer bölümleri çok da şey yapmıyolar malum rektör tıpçılardan başkası da olamaz. Burada bilim yapılmaz yapılanlar taklit edilir -burası türkiye- öğrenciler mezun olduğu zaman gerçek anlamda bilim yapma-yapabilme yöntemlerini bile öğrenemezler. Herkes sınavları geçme derdine düşer, burda sınav geçmek kolay değildir.

*Yıllardır yeni soru hazırlamayan ve son yıllarda eski soru sormama kararı alan akademisyenlerimizin yeni soru hazırladığı şu geçiş dönemlerinde soruların zorluk derecelerini ayarlarken dengeyi tam olarak kuramamaları önemli bir sorun aslında. Emeklerinizin karşılığını alamıyorsunuz, sınavlar ikinci sınıftan itibaren oldukça zor oluyor. Yok yok böyle olmadı; daha da zor oluyor. *Türkiye’nin en iyi tıp fakültesinin öğrencilerine verebileceği düzenli bir ders notu ya da kitap olmadığını söylesem inanır mısınız? Evet gerçekten böyle. Kırtasiyelerin hazırlanmasına ön ayak olduğu ve öğrenciler tarafından hazırlanan kaset notları dediğimiz düzensiz ve zaman zaman eksik veyahut yanlış bilgiler barındıran notlara muhtaç oluyorsunuz. Kaset notu nedir? Derste (çoğu zaman hocanın rızası olmadan) tutulan ses kaydının yazıya dökülmüş, slaytlarla süslenmiş halidir. Bu notları gördükten sonra hocalar tarafından hazırlanan düzenli, sağlıklı bir kitaba ne kadar ihtiyaç duyduğunuzu anlayacaksınız. Tıp Kitapevlerinde bulabileceğiniz çeşit çeşit güzel baskılı kitaplar var ya işte onlardan çalışmaya kalkarsanız muhtemelen 10 yılda falan anca bitirirsiniz okulu. Çünkü hocalarımız engin tecrübeleriyle o kitaplardan belki de 15-20 tanesini bir araya getirip içlerinden işimize yarayacak efektif bilgileri seçiyorlar ve bize o şekilde sunuyorlar. Siz ise çalışırken bir kitabı bile tam anlamıyla bitiremiyorsunuz, bitirseniz bile 2-3 tekrar atmanız gerektiği için genellikle pek bir şey öğrenememiş oluyorsunuz. Ayrıca o kadar fazla bilgi içeren bir kitabın içerisinden hocalarımızın sınavlarda önemseyeceği yerleri seçecek şekilde bilgiyi elekten geçirmek de oldukça zor. O yüzden bu kaset notlarına ciddi anlamda muhtaçsınız. Hocaların dersleri anlatırken kullandıkları slaytlar kimi zaman yeterli olsa da çoğu zaman özet bilgi içeriyorlar ve şekil-grafik ağırlıklı oluyorlar. Tüm bu kaynak sıkıntısına rağmen çok ayrıntıya kaçan veya yorumu zor olan sorularla karşılaşıyorsunuz sınavlarda. *Hacettepe Üniversitesi genel itibari ile öğrencisinin yanında olmayan bir üniversitedir. Akademisyenlerimiz, hocalarımız birebir iletişimde öğrenciyi oldukça önemserler, bir çoğu cana yakın davranır ancak prosedürler, sistemler, uygulamalar ise bir o kadar öğrenci düşmanıdır. *Bu üniversitede idari işlemleri yapmak insana sıkıntı verir. *Belki de en önemli sorun koordinasyon eksikliği. Bölümler arasında kopukluk olması, çoğu birimin birbirinden habersiz olması, yönetmeliğin bile farklı kimseler tarafından farklı şekillerde yorumlanması gibi… Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Kimse ayranım ekşi demez ama Hacettepe’de bu kadar aksaklık varsa diğerlerinin de pek parlak bir durumda olduğu söylenemez. Birçok tıp fakültesinde arkadaşım var ve merakımdan ötürü hepsi hakkında az çok bir şeyler biliyorum. Diğer fakültelerde öğrenciler rahat ediyor gibi görünebilir, daha çok kolaylık sağlanıyor gibi görünebilir ancak mezun olduktan sonra hissedeceğiniz bir Hacettepe farkı da vardır her zaman. Bu farkı okurken de hissedebilirsiniz, ancak biraz uğraşmanız lazım. Bu okulda siz bir şeyler öğrenmek istedikten sonra, bunun için yırtındıktan sonra asla sonuçsuz kalmazsınız. Fiziksel imkanların yavaş yavaş da olsa iyileştirilmeye başlandı. Yurtlar ve amfiler tadilattan henüz çıktı, labarotuvarlarda da aynı iyileştirmeleri bekliyoruz. Ciddi sorunlar yok, ancak her şey toz pembe de değil. Okulla ilgili şimdilik bilmeniz gereken bir çok şeyi anlattım diğer bölümlerde. Biraz da “tıp” ile ilgili önemli bir konuya değinelim. Biliyor olduğunuzu temenni ettiğim “performans sistemi” ve “sağlıkta dönüşüm programı” gibi şeyler var ortada. Sağlık Bakanlığı her şey çok güzel oldu diye iddia ediyor ancak geçmişe göre hastalar açısından ufak iyileştirmelere gidilmiş gibi görünse de aslında büyük bir çöküş var. Nasıl bir çöküş bu? Bir sepet vardı, içindeki pırıl pırıl, tertemiz elmaların yanında bir de çürümüş veya çürümeye yüz tutmuş elmalar vardı. Sağlık Bakanlığı bu çürükleri temizlemek amacıyla bir sistem değişikliğine gitti. Peki şimdi ne oldu? Bu çürük elmalar olduğu gibi duruyor ve artık bu çürükler performans sistemini kullanıyorlar. Performans sistemi denen şey öyle illet bir uygulama ki artık çürümeye karşı direnmek çok zor, sizi de çürümeye zorluyor. Önceleri nicel olarak belirli bir seviyede olan tıp nitel olarak sıfıra yaklaşmakta giderek. Ne kadar çok işlem o kadar çok para, ne kadar çok hasta o kadar çok para gibi bir yarış uygulamasına dönüştürüldü tıp hizmeti. Tıpı para için seçenlerin sayısının tavan yaptığı bir dönemde yaşıyoruz ve para kazanmak için yarışmak zorundayız. Ne gibi sonuçlar doğuracağını siz düşünün artık. Performans sistemi diye tabir edilen şeyin bir doktor veya akademisyen heyeti tarafından oluşturulmadığı konusunda derin şüphelerim var. Böbreği alınacak bir hastanın böbreğinin tamamını almak, bir kısmını almaktan daha fazla puan (yani para) ediyor bu sistemde. Üstelik hem tıbbi açıdan böbreğin bir kısmını almak tamamını almaya göre çok daha zor hem de eğer mümkünatı varsa böbreğin bir kısmını hastada bırakmak hasta açısından çok daha yararlı olacaktır. Çürük olarak nitelendirdiğimiz kesimden birine denk geldiniz ve sizin böbreğinizin bir kısmı alınsa da kurtaracakken böbreğinizin tamamından olduğunuzu düşünsenize. Türkiye şartlarından tıp alanında nobel ödülünü alabiliyorsanız gerçekten heykeli dikilecek insansınız demektir, olağanüstü bir çalışma yapmışsınızdır. Ancak siz yıllarınızı verdiğiniz bilimsel bir safsata(!) ile uğraşmak yerine bir belediye şölenine katılarak 80 sünnet yapmayı tercih etmiş olsaydınız aynı puanı almış olacaktınız. Öncelikli görevi eğitim vermek olan profesör ünvanlı biri olabilirsiniz ancak eğitim vermenin puanı en düşükler arasında yer alıyor, niye daha fazla çaba harcayarak yeni doktorlar yetiştiresiniz ki? Siz zaten kendinizi kurtarmışsınız, bol hasta bakın ve puanları toplayın. Asistanlarınız ve öğrencileriniz de baksın kendi başlarının çarelerine. Tabi siz eğitim alansanız o zaman durum biraz kötü. Önemli mevzulardan biri de günde 150 hasta bakma meselesi. Acaba sayın Sağlık Bakanımız evladının bir hekimin günün sonunda kafası allak bullak olmuş bir şekilde bakacağı 150. hastası olmasını ister miydi? Devlette çalışan bir profesörün performans sistemi ile alabileceği en yüksek ücret 17-18 bin TL civarında. Ancak bu ücreti alabilmesi için haftada yüzlerce ameliyat yapması veya günde 150 hasta falan bakması gerekiyor. Bu parayı almayı hedefleyen bir hekim böylesine yoğun bir çalışma temposuna başvurmak zorunda. Bu durumda yapılacak dalgınlık hatalarını siz hesap edin. Biz işin parasında pulunda değiliz, iyi hekim olma ahlakı kötü yola düşüyor bunun için sesimizi duyurmaya uğraşıyoruz ancak pek takan yok. Hekim olmak Mario misali puan toplamak değildir, hekim olmak insanlığa hizmet etmektir. Daha iyi hizmet koşulları sağlanacağı yere yarış koşulları oluşturuluyor ve hizmet geri plana atılıyor. Performans sistemi ile gelen bir yarıştan söz ediyorum sürekli. Bununla ilgili somut bir örnek vereyim. Konya’da bir hastanede yaşanmış bir olaydır. Bir poliklinikte Konyalı bir doktor ve dışardan gelen bir doktor var. Bir de hekim seçme hakkı diye bir şey var. Hastalara randevu veren sekreterimiz ve hastane personelimizi de unutmayalım, onlar da Konyalı. Hemşerilik muhabbeti ile doktorumuz ve personelimizin arasından su sızmıyor. Dışardan gelen doktor ise adı üstünde dışarda kalmış bir vaziyette. Randevu alan hastalar büyük bir yoğunlukla Konyalı doktora yönlendiriliyorlar bu durumun doğal sonucu olarak. Konyalı doktorumuz da puanları topluyor ve “rakibine” fark atıyor. Hastane kapılarında avukatlar doktorlar bir hata yapsa da biz de tazminat alsak diye hastaların önünü kesip onların doktordan memnun olmadıkları bir şikayetlerini yakalamak için hazır bekliyorlar. Yasalar doktorları köşeye sıkıştırmış durumda, en ufak bir kötü sonuçta bile büyük bedeller ödüyorsunuz. İşin kötü yanı sizi koruyan bir yasa da yok. İlginç noktalardan biri de Türkiye’de Şoför Şikayet Hattı’ndan sonra bir de Doktor Şikayet Hattı açıldı. Arıyorsunuz ve falanca doktorun makyajı yoktu, şu doktor çok suratsızdı gibi şikayetlerde bulunabiliyorsunuz. Hani yapanlar oluyor da ondan söylüyorum. Doktor itibarsızlaştırılıyor diye yakınıyoruz üzülüyoruz da buna çanak tutan kurumlardan biri de Sağlık Bakanlığı olunca daha çok üzülüyoruz. Bir de doğuda polis koruması olmadan başlayamayan ameliyatlar, İstanbul’da bile silah taşıma ruhsatı almak zorunda kalan doktorlar, planı programı doğru düzgün yapılmamış evde sağlık hizmeti dayatmaları gibi ufak tefek sorunlar var ama pek mühim değil(!). **Özet: Ebeveynlerinizin zihinlerindeki “doktorluk” artık çok eskide kaldı. Seçerken iyi düşünün. Böyle işte. Kafanıza takılan herhangi bir şey için facebook’tan ulaşabilirsiniz: https://www.facebook.com/can.karpuzcu

Ulaşımın biraz zorlu olması dışında bir olumsuz yön göremiyorum .Ama malum Ankara gibi bir şehirde bir saatlik yolculuğa çok demekte yanlış olur :)

Ulaşım sorunu en başta gelir. Okuldaki faaliyetlerine göz yumulan örgütler.

Ulaşım sıkıntısı çok fazla ve çözüm üretilemiyor insanlar otostopla ulaşım sağlıyorlar

İlk başta yurt kısmından bahsetmek istiyorum hacettepenin merkez kampüsü yurtları kyk'ya bağlı değil ve kontenjan olarak öğrenci kapasitesini karşılamamaktadır. Merkez kampüs hastane ile iç içe olduğu için bir üniversite havası yok. Bölüm her sene kapasitesini arttırdığı için sınıflara sığmama ya da yüz kişi ile birlikte derse girme durumu var. Amfimiz yoktur.

Her tıp zordur ama Hacettepe daha da zor bence, sınıfı geçmek çok zor. Tüm yıl deli gibi çalışsanız bile bütünlemeye kalma ihtimaliniz hala var. Yıl içinde ve özellikle final öncesi çok stresli günler yaşıyoruz.

Okuduğum zamanlarda klasik ulaşım sıkıntısı bulunmaktaydı. ODTÜ, Gazi ve Ankara Üniversitesine göre biraz şehir merkezinin dışında kalıyor.

Tabiki de ulaşım :) Beytepe Kızılay'a yaklaşık 40 dakika uzaklıkta ve otobüslerimiz yarım saatte bir geliyor. Eğer kampüste kalıyorsanız bu sizin için pek de sıkıntı olmuyor; ancak dışarıdan gelen öğrenciler için kabusa dönüşmüş durumda. Ben kampüste kaldığım için fazla zorluk yaşamıyorum.

önceden ulaşım sorunu vardı ama ücretsiz servislerle ve otobüslerle bu ortadan kalkmış gibi görünüyor. (en azından benim için).