Boğaziçi Üniversitesi yurtları şartları açısından gayet rahat yurtlardır. Hazırlık yılında eğer ilk 100'e girmediyseniz Kilyosta kalırsınız. Yurtları 4 kişiliktir. Şimdi bir de 3. yurt açılmış orda 3. yurt nasıldır nedir hiçbi fikrim yok ama ben 1. Kilyosta kalmıştım. 8 kişilik daireydi (2 tane 4 kişilik daire). Güzeldi. Sonra eğer hazırlığı geçerseniz Güney yada Kuzey yurtlarına geçersiniz. Yurt seçimleri-kuraları hiyerarşik sıralamaya göre olur ve oluşturduğunuz odadaki bütün insanların o dönemki kredileri hesaba alınarak oluşturulur. Bütün yurtlarla ilgili bilgiyi websitesinden alabilirsiniz. Bunlar dışında rahattır, giriş çıkış saati problemi olmaz. Yurtta kalmadığınız zaman ebeveynleriniz aranmaz. Ebeveynlerinizin numarası bile alınmaz. Tatlıdır. Bir de sürveyanlık sistemi vardır. Yurt yönetimine bi nevi ortak olursunuz daha az kişiyle daha geniş odada kalırsınız haftada beş gün sorumlusu olduğunuz odaların 12de yoklamasını alırsınız. Bunun dışında belli başlı sorumluluklarınız olur ama bu sayede şahane arkadaşlıklar kurarsınız. Bir de sorumluluk ben de asarım keserim kafasına girmezseniz yurdun tamamını tanır, selamdaş olursunuz. Minnoş bir sistemdir. Bunun içinde her sene nisan ayı gibi yamulmuyosam mülakat yapar yurtlar müdürlüğü. Her yurt müdürünün kendince kriteri olmakla birlikte mülakatta bulunan bütün yöneticilerin ortak puanlandırma sistemiyle değerlendirilirsiniz. Genel olarak ne aşırı obsesif-sorumlu ne de lakayt tipleri sevmezler. Olmaya çalışın mutlu olursunuz. 5 sene yurtta kaldım, son 2 senesini 3. Kuzeyde sürveyan olarak geçirdim. Ayrılırken evimi terkediyorum sanki diyordum ama orası hala benim evim!
Kilyos'a gidiniz efendim. ORada bir sene feleğin çemberinden geçe geçe ingilizce öğreniniz. Zira benim gözümde Kilyos'un havasını solumayan, soğuğunda (rüzgarında) hasta olmayan Boğaziçili değildir. Olmayacaktır. Geri kalanı gelince yaşayarak öğreniniz, öylesi daha sağlıklı.
Öncelikle söylemeliyim ki, psikoloji mezunu illaki akıllarda ilk canlanan anlamıyla danışan gören, terapi yapan, 'klinisyen' olmak zorunda değildir. Klinik psikoloji, yönelebileceğimiz alanların en populeri olabilir ama sadece bir tanesi.
Aslında söylemem gerekir ki üniversite meslek edinilen yerden ziyade o disipline sahip olunan yer. Özellikle fen-edebiyat fakültesi bölümlerinden birini okuyorsanız mezun olduktan sonra meslek sahibi olmazsınız. Lisans boyunca meslek olarak ne yapmak istediğinize düşünüp onun için ekstradan çabalamanız gerekir.
Psikolojiye dönücek olursak, psikoloji 1800 lü yılların sonunda ancak doğan bir 'bilim' olarak gelişmesinin ucunu bucağını kestiremediğimiz bir alan. Gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, bilişsel psikoloji, endüstri ve örgüt psikolojisi, nöropsikolojis psikolojinin alt alanlarından sadece birkaçı. Uzmanlaşmak için bu alanlarda yüksek lisans yapmak gerekiyor. Klinik psikolog olmak için de tabii. Ha master yapmadan kpss'yle devletin sağlık bakanlığı, adalet bakanlığı, aile ve sosyal güvenlik bakanlığı gibi kurumlarına atanabilirsiniz. Devlet hastanelerinde yüksek lisans derecesine sahip olmadan klinik psikolog da olabilirsiniz. Ama bu benim eleştirdiğim bir ihtimal kendi adıma. Danışman olmak 4 senelik bir 'disiplin' eğitimiyle değil daha spesifikleşen bir yüksek lisans eğitimiyle mümkün olabilir gibi geliyor.
Bunun dışında genel olarak sosyal hizmetlerle ilgili şeyler yapılabilir, özel sektöre -reklamcılık, insan kaynakları, marketing gibi- alanlara yönelinebilir. Araştırma şirketlerinden çalışılabilinir. Eğitim psikolojisi uzmanlığı yparsanız okullarda eğitim psikoloğu olarak çalışabilirsiniz. MEsleki anlamda yapılabilecek onlarca seçenek var yani, ama önemli olan bunların hangisine yatkın olduğunuzu anlamak için 4+1 lisans hayatınız boyunca araştırma yapmanız, çabalamanız gerekicek. O anlamda eğitim fakültesinden ve tıp fakültesinden, mesela, daha zor olduğunu söyleyebilirim. Ne olduğunuza bölümünüz değil siz karar vericeksiniz yani.
Gerçekten yaşamak, vaktinizi dolu dolu geçirmek isterseniz bir miktar paraya ihtiyacınız var. Ortalama bir öğrenci bütçesine sahipseniz hesap yapmadığınız bir gününüz geçmeyecektir.
Barınmak büyük mesele, ben sıkıntı yaşamadım yurtta kaldığım için ama ev kiralarının ne ocaklar söndürdüğünü biliyorum, hem de rutubeti ıvır-zıvırı cabası.
İstanbul öyle bir yer ki, içindeyken ne kadar trafiğiydi, betonuydu şikayet ederseniz edin, ayrıldığınız an tuhaf bi şekilde özlemeye başlarsınız. Eğer hareketi seviyorsanız her gün yapılabilecek bir etkinlik bir şey bulabilirsiniz. Gerçi bunlar artık herkes tarafından bilinen şeyler. Bunlar dışında geriye kalan bütün şehirlerden pek de bir farkı yok çünkü aslında şehirleri güzel yapan içindeki insanlardır, İstanbul'da sadece ekstra bir boğaz, Kadıköy, İstiklal caddesi falan var.
Kampüsü gerçekten, belki de artık evim gibi gördüğümden yeterince objektif bakamıyorum, çok güzel. Kuzey kampüs - daha betonarme, daha okula benzeyen kampüs oluyor bu - bile güzel geliyor artık.
Kütüphanesi eşsiz. Mezunluk işlemlerim sonrası elektronik veritabanına erişimim kesildi ve o an dünyam başıma yıkıldı gerçekten.
Bölümüne ve kişisine göre değişse de hocaların geneli öğrenciyle hiyerarşik ilişkiler kurmak istemez. Ha bir de çoğunlukla özgür düşünmeye çalışırlar, yapamadıkları zamanda da sinirlenseniz de en azından denedi, çabaladı diyebilirsiniz :)
Ders kayıt sistemi olarak açılan, girilen andan itibaren de registration diye anılan sistem felaket! Bir sabah saat 10'da kalkıp bütün iyi kalbinizle bilgisayarın başına oturup iki saat sonra daha sisteme giriş bile yapamamış ve bu sebeple saçınızı yolma durumuna gelmiş olabilirsiniz.
Bence bir başka problem kontenjan problemi. Kampüs büyük bir kampüs değil hatta baya baya da küçük. Kontenjanların ayarsız artması kampüsün kaldıramayacağı bir kalabalık yaratıyor. Bu da yurtlardaki ve dersliklerdeki insan sayısını, seçmeli dersleri rahatça alabilme olasılığınızı düşürüyor. En basitinden güzel bi havada manzaraya indiğinizde boş bank bulamıyorsunuz falan :) Öğrenci sayısı olarak bakıldığında epey küçük bir okul Boğaziçi Üniversitesi ve küçüklüğüne bakmadan ayarsız büyüme yolunca YÖK sağolsun...
Çünkü Boğaziçi Üniversitesi deyince akan sular duruyordu o zamanlar. Güzel bir etikete, sağlam bir eğitime sahip olacaktım. Oldum mu, evet oldum.
Boğaziçi Üniversitesi bence, hazırlık yılıyla birlikte 5 senelik huzurlu bir yuva vaad ediyor, ve vaadlerini karşılıyor. Ha bittiğinde sudan çıkmış balık gibi ne biliyim sokağa atılmış kedi gibi hissediyorsunuz ama olsun. Yılda bir kere homecoming'ine gidip nostalji yapmak için bile değer.
Bunlar dışında eğitim dediğimiz şey üç aşağı beş yukarı benziyor belli üniversitelerde ya da eğitimle ilgili, varsa eğer, açığı kendi çabanızla da kapatabilirsiniz.
Kampüs mevzusuna gelince, herkesin kampüsü kendine güzel ama hiçbir yer bir manzara etmez benim gözümde :) Bol miktarda kulüp ve lise düzeyinde muhtemelen varlığından haberdar olunmayan konularda seçmeli ders imkanı falan filan. Mühendisliğe girilip yönetmen olarak çıkılabilen yer en nihayetinde.
Evet, okulumu seviyorum.
Çünkü amacım canlı beynini anlamaktı. Bu konuda ‘puanım ziyan olmasın’cılara katılmadım neyse ki. :) Amacım hala daha bu. İnsanların beyni nasıl çalışır? Neden ‘o’ şeye ‘o’ kararı verirler yada hangi düşünce şekilleri insanları “o” duruma iter. Bunu merak ediyorum ben.