---



1) MERKEZE UZAK OLMASI



Gediz Üniversitesi Kampüsü (hele ki bizim gibi şehir merkezine sık sık gitmeyi gerektirecek bir bölümünüz varsa) İzmir'in (Konak ve Bornova gibi) merkezi yerlerine oldukça uzak.



"Üniversite'de okumak" = "geniş ve cici bir fanus içerisinde yaşamak" olarak düşünenler için belki "ideal" bir üniversite ancak konumu itibariyle sıkıntılı. Her ne kadar "ulaşım kolay" dense de Konak ile Seyrek arası mesafe (toplu ulaşımla) çok uzun sürüyor.



*Evet ODTÜ gibi şehrin göbeğinde olmayan güzel bir örnek de var ancak ODTÜ çok sesli ve çok renkli bir üniversite. Oradaki yaşam bir üniversite öğrencisinin deneyimlemek isteyeceği - dokunmak isteyeceği her rengin, her sesin bir prototipini barındıran bir üniversite. Oysa Gediz Üniversitesi tek sesli ve tek renkli.



---



2) KEYFE KEDER KURALLARIN KEYİFLERİNİZE DAHİ ENGEL OLUŞU



Örneğin "sigara meselesi"... Diyelim ki kafanız yoğun, canınız sıkkın, dersten çıktınız ve bir sigara içeceksiniz; öyle fakültenin önünde veya ön bahçede içmeniz gibi bir durum söz konusu değil! Bunun için tee fakültenizin arkasında kalan alana kadar dolanıp sigrayı orada içmeniz gerekiyor; sebep? Sebep oldukça basit; bu kuralı koyduran şahsın canı böyle istiyor.



*Mantık da şu büyük ihtimalle: "Gediz'in imajı zedelenmesin... Kampüs içerisinde sigara içen öğrenciler de neymiş? Gitsinler kendilerini ücra bir noktada zehirlesinler. Öyle ulu orta sigara içmesinler".



Diyelim ki sigara'nın yanında bir de çay içmek istiyorsunuz. Okulda "her cebe uygun" yemek de çay da var ama siz bir "sigara içicisi" iseniz yani "her yerde sigara içmesinler bunlar" diyen zihniyetin "keş" gibi adlettiği insanlardan biriyseniz ders arasında (10 dakika içerisinde-derse yetişme kaygısıyla) gidip çay alabileceğiniz tek yer kafeden 1,5 tl'ye alacağınız çay oluyor. Çünkü yemekhaneye gittiğinizde ders yalan oluyor. Zaten gidip çayı alıp gelip sigarayı yakıp bir fırt çekene kadar da çay soğuyor ;)



*Yemekhanede de çay 75 kuruş, ancak öğle arasında yemekhane'ye girip çay isteyenin vay haline "yemek servisi varken çay satmıyoruz"muş, yemekhanenin üst katındaki restoranlara bir kat tırmanıyorsunuz. Sonra aldığınız çayla okulun içerisinden dolana dolana sigara içilen alana varıyorsunuz.



Şimdi bizleri "keş" olarak gören ve bu saçmasapan (*saçmasapan dediğimizi bilse bize pek kızacaktır çünkü ona göre bu kural belki de çok "anlamlı"dır - çünkü kendisinin hiçbir mağduriyeti olmamakla beraber yaşattıklarını bilse büyük ihtimal keyif alacak ve burada yazan her satıra büyük ihtimalle "içme o zaman kardeşim" diyecek kadar kendi keyfini üstün gören birisi) kuralı koyan kafasında çok basit bir denklem kurmuş ve bizi o kıt algısına mahkum etmiş durumda. Denklem şu ki "parası olmayan sigara içmez" = "sigara içenin parası vardır" ben birçok arkadaşımın günlük çok az bir para (bir yol parası ve bir sigara parası) ile okula geldiğini, öğle aralarındaki açlıklarını çay ve sigara ile giderdiklerini çok gördüm. Hele ki ders çalışılan günler onlar için ayrı işkencedir. Evet belki bahsettiğimiz rakamlar 50 kuruş, 75 kuruş, 1 tl, 2 tl gibi binlerce liranın döndüğü bir vakıf üniversitesinde "sözü dahi edilmeyecek" olarak düşünülen rakamlar olabilir. Ancak Türkiye'de "öğrenci" gerçeği budur. Bi paket sigara 5 tl, gidiş geliş yol parası 2 tl, toplam 10 tl ile üniversiteye gelen öğrenci 75 kuruştan 4 çay, 1,5 tl'den 2 çay içebilir. Bu da ciddi bir sorundur bence (Kaldı ki Ege Üniversitesi'nde çay 50 kuruş)



---



3) DEMOKRATİK BİR ÜNİVERSİTE DEĞİL!



Hemen yukarıdaki örnek üzerinden giderek birşeyden bahsedelim. 2009-2010 öğretim yılında ön bahçede sigara içmek serbestti, 2010-2011 yılında ön bahçede sigara içmek yasaklandı. Bu karar alınırken kime soruldu?



Okul yönetimi olarak (en basitinden "okul kurallarının belirlenmesi" konusunda dahi) sen "karar" alırken öğrenciye danışmayacaksın, sonrasında da koyulmuş olan bu "keyfe keder" kurallara uyulmasını bekleyeceksin, uyulmadığında da idari işlem uygulatacaksın. Sonrasında da senin o "keyfe keder" aldığın kararlara uyan insanlardan "özgür ve demokrat" bireyler olmasını bekleyeceksin. Bi'at kültürü içerisinde yetişen insanların böylesi bireyler olması durumu söz konusu değildir. Böylesi "özgür ve demokrat" olmaya çalışan bireylerin "idari işlemler"* aracılığı ile susturulması çabası ise ayrı bir gülünç konudur.



*Bir arkadaşımla dersten çıkıp fakültenin kapısında sohbet ediyorduk (aslında o bir yere gidecekti ancak ben onu sohbete tutmuştum) bir önceki senenin alışkanlığı ile fakültenin kapısındayken sigarasını yaktı ve konuşmaya devam ettik. Konuştuğumuz konuya o kadar odaklanmıştık ki o alanda sigara içilmediği aklımızın köşesinden bile geçmiyordu. O sırada bir güvenlik görevlisi 20-30 metreden bağıra bağıra gelerek "arkadaşım at o sigarayı" dedi. Arkadaş da "sigara içilmesi yasaktır biçiminde bir tabela yok bişey yok, ben dışardan gelmiş biri olsam bana yine böyle mi davranacaksın" dedi ve güvenlik görevlisini üslubunu düzeltmesi konusunda uyardı. Güvenlik görevlisi aynı tavrı sürdürmeye devam ederek "sen bana ismini ver bakayım" moduna girdi ve hiçbir gereği yokken "kimlik sorma" gibi saçmasapan bir yaptırıma gitmeye çabaladı. Normalde sessiz, sakin birisi olan arkadaşım güvenlik görevlisinin durup dururken bir üniversite öğrencisine (hele ki kişisel bir mesele üzerine -üslup meselesi- tartıştığı birine) üniformasına güvenerek kimlik sorma hakkı olmadığını belirtti. Bu olayın ardından güvenlik görevlisi (arkadaşın üzerinde "otorite kurmak" amacıyla mı denir yoksa bir önceki tartışma sebebiyle "egosunu tatmin etmek" mi denir bilinmez) okul çıkışında turnikelerden geçer geçmez arkadaşımızın önünü kesti ve elini omzuna koyarak "bana ismini söyleyeceksin" dedi, arkadaş da elini omzundan çekmesini, kendisinin böyle bir yetkisinin olmamakla beraber, yanlış olan üslubunu ve tavırlarını düzeltmesi gerektiğini söyledi. Güvenlik görevlisinin ısrarı sürdüğünde ise "git kime sorarsan sor, beni burada herkes tanıyor, ama ne yaparsan yap sana kimlik de göstermeyeceğim, adımı da söylemeyeceğim" dedi ve oradan ayrıldık.2 hafta sonra arkadaş gülerek yanıma geldi, siniri oldukça bozulmuştu, söz konusu güvenlik görevlisi arkadaşın ismini öğrenip gidip fakülte dekanına "sigara içmek ve güvenlik görevlilerine zorluk çıkarmak" gibi "haklı sebeplerden" ötürü şikayette bulunmuş (hem de orada bulunmayan 2 güvenlik görevlisinin de şahitliğiyle). Arkadaşa soruşturma açıldı ve savunması istendi. Savunma sırasında yaşadıklarını aynen anlatmasına rağmen sonuç değişmedi, hatta ve hatta "bize kim şikayetle geliyorsa biz onun talebi doğrultusunda soruşturma açarız, sen böyle bir taleple gelseydin başın ağrımayacaktı" gibi saçma sapan bir tepkiyle karşılaştı. Sonuç olarak arkadaşın ailesi durumu öğrendi, ailesiyle sorunlar yaşadı kısacası muhabbet uzadı da uzadı... Peki bunca olayın yaşanmasının sebebi neydi? Bir tane aklıevvel'in keyfe keder aldığı bir karar ve (üstlerinin gözüne girmek için kıçını yırtan) bir güvenlik görevlisinin üniformasını ve "üstlerinin ağzından çıkan" sözleri ona herşeyi yapma gücü verdiğini sanması; arkadaşın ailesiyle kavga etmesine ve (babası da o keyfekeder kuralı koyan kişiyle aynı zihniyette olacak ki) bir daha harçlık alamamasına sebep oldu. Kendisi şu anda KYK'dan aldığı 280 tl kredi ile bir ay geçinmeye çalışıyor. Günlük 10 tl'lik bütçe, çay-sigara-yol masrafı örnekleri de hep o arkadaş üzerinden kurduğum örneklerdir. O gün onu fakülte kapısında tutan kişi olarak kendimi hala bütün bu olanlardan sorumlu hissetmekteyim. Ben bu olayın ardından bu üniversitede demokrasi ve adalet inancımı yitirdim.

diyen arkadaşlarım var.

Bizim bölümde okuyan ve dersleri iplemeyen birçok arakdaşın geleceğe dair planları "babamla çalışacam" veya "bankada çalışacam" veya "devlete kapak atıcam" gibi cevaplar.

1) Bu bölümden mezun birisi bir "yüksek lisans" ve "doktora" için üniversitede kalıp akademisyen olabilir (bunun için kendini çok geliştirmeli ve çok çalışmalı) ki bölümün "siyaset bilimi" alanının esas amacı da budur aslında. Siyaset Bilimcileri yetiştirmek. Ancak bu ülkede "bilim", sermayenin araştırma yaptırmak istediği alan dışında pek fazla para kazandırmaz... "idealist bir bilim insanı" olma hayaliniz varsa yolunuz çoook uzun demektir...


2) Sınavlarla Vali veya Kaymakam olabilir, Devlet memuru olabilir...

*Ancak torpili yoksa ve birileri ona "mülakat sorularını" vermeyecekse kendi imkanlarıyla bu şansı %1-%5 arası bişeydir.

3) Siyasete atılabilir...

a) Kendine güveni varsa: Üniversite çağında yakın hissettiği siyasi partinin gençlik kollarına (daha mezun olmadan) girerek; gelecekte ilçe gençlik kolları başkanı, il gençlik kolları başkanı, bölge sorumlusu, gençlik sorumlusu, gençlikten sorumlu MYK üyesi, MYK üyesi olabilir.

b) Kendine çok güveniyorsa ve çok farklı olduğunu düşünerek sadece bu farklılığı (dürüstlüğü vs sayesinde) oy alabileceğini ve seçilebileceğini düşünüyorsa: belediye başkan aday adayı, belediye başkan adayı, büyükşehir belediye başkan aday adayı, büyükşehir belediye başkan adayı, milletvekili aday adayı, milletvekili adayı ve günümüzde Cumhurbaşkanı (ve gelecekte Başkan) adayı olabilir (halktan yavan bir konuşmayla oy toplayabileceğini sananlara aşağıdaki madde uyarı olsun)

c) Nüfuzlu bir aileden geliyorsanız (mesela bir aşirete mensupsanız ve aşiretin size desteği durumu söz konusuysa) aşiretinizin ağırlığının olduğu yöreden hem de istediğiz partiden milletvekili seçilebilirsiniz.

d) Makyavelist-Pragmatist biriyseniz, cebinizde birazcık da paranız varsa ve "etik" kelimesi yaşadığınız mahalleden dahi geçmediyse çok rahat seçilebilirsiniz (bunun aksi karakterler Türkiye tarihinde çok nadirdir)

# Tanınmış birisiyseniz (ülke çapında ünlü birisi olmanız yeterlidir)

# Alanında uzman birisiyseniz ve sizi aday gösterecek partinin "namınıza" ihtiyacı varsa (dr, yrd.doç.dr, doç.dr, prof vs olmanız gerekmektedir)

* Çünkü ülkemiz demokrasisinde adayları halk değil parti başkanları seçer; seçilebilmeniz için onların gözüne girmeniz, gözüne girmeniz için ise çok yalakalık yapmanız gerekir. "Bağımsız aday olmak" gibi bir alternatif varmış gibi anlatılır hep ancak "bağımsız aday" olarak seçilmeniz ise neredeyse imkansıza yakındır. Bağımsız bir adayın milletvekili olabilmesi için (iline göre değişmekle beraber) ortalama 80.000 oy alması gerekmektedir. Oysa bir parti mensubu 20.000 oyla bile o ilden seçilebilir.

** "Parti kurup seçimlere katılmak" gibi bir alternatif var ancak en mükemmel programla dahi bu şekilde seçimlere katılıp-kazanmanız imkansız gibi bişeydir ( oy barajı vs sebebiyle). Meclise girebilecek bir partinin 3 şeye ihtiyacı vardır;

1.si Güçlü bir taban (liberal taban, muhafazakar-milliyetçi taban, kemalist taban, ülkücü taban, sosyal demokrat taban, dinsel-etnik taban)
2.si Güçlü bir sermaye/medya desteği ile güçlü bir propaganda (Yurt Dışından: Soros, Bilderber ve Arap Sermayesi vs. ve Yurtiçinden: müsiad -tüsiad ıvır-zıvır)
3.sü Güçlü bir müttefik (Yurt Dışından: NATO-ABD-AB (ortadoğu ülkesi olmamız sebebiyle) veya Yurt İçinden: Ordu-Silahlı Örgütler, Bürokrasi, Bankalar-Holdingler-Medya Kuruluşları, Cemaatler, Azınlık Lobileri (zengin olanlar tercih edilir genellikle), Sivil Toplum Kuruluşları ve Sendikalar)

**Ülkemizde bunları yapabilen 4 parti vardır.

# Etkili birisiyseniz

Zaten hali hazırda bunlardan (yani yukarıdaki 3 maddede yazanlardan) birine etki edebilecek güçteyseniz zaten hali hazırdaki partilerden Milletvekili Adayı çok rahat olabilirsiniz, bunlardan 1-2 tanesine etki edebilecek güçteyseniz bakan, 2-3 tanesine etki edebilecek güçteyseniz Muhalif Parti Başkanı/Parti Başkan Yardımcısı/Parti Genel Sekreteri, 4-5 ve üzerine etki edebilecek güçteyseniz zaten Başbakan olabilirsiniz (yeni parti kurmanıza da gerek kalmaz)

4) İmkanı varsa yurt dışında, imkanı yoksa yurt içinde bir firmada - şirkette çalışabilir...

5) Ticarete atılıp "serbest meslek erbabı" olabilir...

6) İşsiz kalabilir...

Gediz Üniversitesi'nde (bölümümde) Çiğdem Üstün, Mete Ulaş Aksoy, Emanuelle Masetti, Ester Gallo, Nursel Aydıner Avşar (hazırlıkta da) Pelin Whiting gibi hocalar var. Benim için okulu okul yapan bu insanları tanımış olmak gerçekten harika.

*Bu bölüme okuma amacımın gerçekten karşılandığını hissetmeme sebep olan bu insanların dersleridir.

Ben işin "kamu yönetimi" kısmından çok "siyaset bilimi" kısmına ilgi duymaktayım. Çünkü "kamu yönetimi" biraz daha devleti ve bürokrasi'yi konu alan bir alan; "siyaset bilimi" ise kapsam açısından daha geniş bir yelpazeye sahip, daha derinlikli ve nitelikli bir alan. (elbette kamu yönetimi'nin de birileri için nitelikli ve derinlikli yönleri vardır ancak burada da belirttiğim gibi ayrıştıkları nokta "yelpazenin genişliği")

"Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi" bölümünde ilk iki yıl herkes aynı dersleri alıyor. Sonraki senelerde (3. ve 4. sınıfta) bir nevi "uzmanlık alanı" seçilerek (siyaset bilimi veya kamu yönetimi olmak üzere) bu alana ağırlıklı ders alıyorsunuz. Evet sonuçta "herkes aynı diplomayı alıyor" ancak "herkes aynı şeyleri bilerek" mezun olmuyor.

İzmir'de 2009 yılında bir tek Gediz Üniversitesi'nde "Siyaset Bilimi" diye bölüm vardı, ben de onu tercih ettim.