1990 yılında karada çalışmaya başladım. 1995 yılına kadar birkaç denizcilik firmasında görev aldım. "Enspektör" dediğimiz bir pozisyon var. O dönemde Türkiye'nin en büyük denizcilik firması, ülkenin tonajının üçte birine sahip olan bir armatördü. O firmada Türkiye'nin en genç enspektörü olarak görev aldım. Enspektörün anlamı, size ait gemilerdeki tüm teknik ve operasyonel işleri ofisten yönetmek ve yönlendirmektir. Gemide yapılması gereken işlerin yanı sıra, diğer kuruluşlarda bakıma alınacak malzemelerin, ekipmanların ve yedek parçaların koordinasyonunu sağlamaktan sorumlusunuz.
O dönemde benim dışımda bildiğim en genç enspektör benden yirmi beş yaş daha büyüktü. Gemiye gittiğimde "Ben enspektörüm" dediğimde, insanlar bir yanlışlık mı var diye bakıyorlardı; sanki bir şaka yapıyormuşum gibi. Ancak bir gün geçmeden, insanlar gerçekten bilgiye değer verdiklerini göstermeye başladılar. Bilgili olduğumu anladıklarında saygı gösteriyorlar. Yıllar sonra karşılaştığım kişiler de, bizim okulumuz ya da denizciliğin şöyle bir geleneği olduğunu hatırlattılar: üst sınıflara "ağabey" ya da "abla" diyorduk. Çünkü o dönemde hiç kız öğrenci alınmıyordu; kız kardeşlerimiz daha sonra alınmaya başladı. Tanıştığımda Veli Ağabey'e "Nasılsınız?" dedim. O da "İyiyim, Bülent Bey" dedi ve ayağa kalktı. Bu kurumsal bir şeydi; o zaman öyleydi ama gerçekten biz "ağabey" ve "kardeş" gibiydik. Yıllar sonra benim o şekilde hatırlanıyor olmam, işimi o zaman doğru yaptığım anlamına geliyordu.
1995 yılında bekardım ve denizcilikle ilgili bir maceraya atılmak istedim. Kendi işimi kurmak, aslında bir yatırım yapmak ve bir riske girmek demekti. Başarabilirsiniz ya da başaramayabilirsiniz. Dolayısıyla, sorumluluklarımın mümkün olduğunca az olduğu bir dönemde bunu yapmak istedim ki başarısızlık durumunda büyük bir yıkım olmasın diye düşündüm. 1995 yılında firmayı kurdum. Kurduğum ilk işyeri Taksim'deydi; o dönemler otellerin bulunduğu bir bölgede çalışıyordum. Gece saat üçlere kadar çalışıyordum. Sekreterimle birlikte başladık; yurt dışından faaliyet gösteriyorduk. O dönemde denizcilik gerçekten çok zordu, çünkü dünya genelinde iletişim sağlıyordunuz. Aldığımız malzeme ve ekipmanları gemilere sevk ediyorduk; örneğin, Japonya'dan bir ürün alıp Nijerya'daki bir limana teslim etmemiz gerekiyordu. Zaman açısından oldukça kritik bir süreçti.
O dönemde, Uluslararası Denizcilik Örgütü emniyetli gemi yönetim sistemi olarak Türkçeye çevrilen yeni bir kural getirdi. Bu kural, ISO'nun denizcilik versiyonu ama çok daha geniş, detaylı ve büyük sorumluluklar yükleyen bir versiyonu olarak ortaya çıkıyordu. 1998 yılında yürürlüğe girecekti ve bu konudaki rakiplerimiz, dünya çapındaki büyük İngiliz danışmanlık firmalarıydı. Biz de toplam üç dört kişi, Türkiye'deki tonajın yüzde yetmişine bu danışmanlık hizmetini verdik. Diğer firmalar ise, gelen firmalar, neredeyse "klasör" bile olmayan sayfalarla "Size hizmet veriyoruz" diyorlardı. Hatta çok iyi hatırlıyorum; bir firma geldi, "Biz İngiliz firmasından bu hizmeti aldık ancak klasörü taşırken düştü ve tüm sayfalar karıştı, işin içinden çıkamıyoruz. Çok da büyük bir para verdik, bize bu hizmeti verir misiniz?" diye talepte bulundular. Bu benim için gerçekten büyük bir gurur kaynağıydı. O kadar genç bir şirket olarak, dünya çapındaki kendi konularında uzman kuruluşlarla rekabet edebilmiştik. Bu, aynı zamanda büyük bir maddi kaynağın dışa bağımlılığını ortadan kaldırmış olmamız anlamına geliyordu.
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.