Kendi kendinizin patronu oluyorsunuz. Bu, zor bir şey. Yani herkes patron olmak için yaratılmış değil. Akademisyen olarak yola çıktığınızda bunun böyle olacağını düşünmüyorsunuz. Ama akademisyenliğin, çok sevdiğiniz yanların haricinde, bir sürü başka tarafı da var. Komitelerde oturacak, kafa yoracaksınız. Eğer şirkette olsaydınız yapacağınız şeyleri, üniversite ortamında da yapmak zorunda kalacaksınız. Bütün bunlar bazen insanın üstüne geliyor; asıl yapmak istediğiniz şeye zaman ayıramıyorsunuz. Bu tarafı zor. Uzun saatlere göre kendinizi ayarlamak da zor.
Çok zor bir problemi çözmek için uzun zaman harcamanız sorun değil. Ancak başka bir yönü de var. Yayın yapıyoruz, biliyorsunuz; akademisyenin en önemli çıktısı, dünyada bilinirliğimizin yayınlarımıza göre değerlendirilmesidir. Ama en üst düzey bilim insanının bile makaleleri, dergilere gönderildiğinde reddedilebiliyor veya acımasızca eleştirilebiliyor. Sizin göz bebeğiniz, çok sevgiyle ve saatler harcayarak yaptığınız bir ürün var, fakat tanımadığınız, isimsiz hakemler genelde bu dergilerde sizin çalışmanızı yerden yere vurabiliyor.
Bu durum, göz bebeğinizle ilgili yaptığınız araştırmayı hazmetmeyi oldukça zorlaştırabiliyor. Doğru olduğunu biliyorsunuz. Bir yandan da insan kendine kızdığı zaman sinirlenir. Eğer bana sorarsanız, en çok bunun üzerine düşünürsünüz. "Evet, bunu ben görmeliydim. Niye böyle oldum?" gibi sorgulamalar, o bocalamalar, diş kırıklıkları… Ama sonra onu daha iyi bir hale getirmek için çabalamak, geri bildirimle birlikte daha iyi bir ürün çıkarmaya çalışmak ve onu düzeltmeye çalışmak zor ile birlikte gelir. Ancak bu bocalamalar bazen insana ağır gelebiliyor.
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.