Unilever’de beni motive eden 2 tane ana başlıktan bahsedebilirim. Birisi kişisel, ikincisi de yine kişisel ama kariyer tarafında. Kariyer tarafında aslında deminden beri anlattığım şeyler var: birçok farklı kategori, bir çok farklı fonksiyon, birçok farklı coğrafya var. Benim Unilever’de edindiğim tecrübeyi edinebilmem için sanırım 13-14 farklı şirkette çalışmam gerekiyordu, spesifik tek bir kategoriyi tek bir işi yapan şirketlerde olsaydım eğer. Bu fevkalade motive edici bir şey, tek bir şirketin içinde bunları yapabilme şansınız var. İkincisi sunduğu öğrenme imkanları, kişisel gelişim bu tip işlerde çok önemli. Özellikle bundan sonra yaşın uzadığı bir dünyada aslında insanların ikinci üçüncü kariyerlere doğru gitmesi konuşulan bir ortamda öğrenmek önemli, size bu öğrenme fırsatlarını sunan bir şirketiniz olması lazım, sizi geliştiren bir şirketinizin olması lazım. Unilever için de çalışanların gelişimi fevkalade önemli. Sizin burada kendinizi geliştirebilmeniz için hatalar yapmanızı kabul edebilen fonksiyonlar da sunabiliyor ayrıca teorik geliştirme anlamında sizin üzerinizde oldukça yüklü bir yatırım yapıyor. Dünya’daki birçok yeni uygulamayı burada ilk siz görüyorsunuz veya Dünya’ya birçok yeni uygulamayı sizin çıkartmanıza da fırsat sağlıyor. Bu ayrıma dikkat etmekte fayda var, Dünya’daki birçok şeyi alıp öğreniyor olabilirsiniz ama bir şirket size Dünya’ya da en iyi örnekleri çıkartabilme konusunda fırsat veriyorsa aslında sizin hata yaparak da olsa bir şeyler ortaya çıkarmanızı destekliyor demektir. Bu da kişinin en büyük gelişim araçlarından biridir. Netice itibariyle baktığımız zaman ben hala her gün yeni bir şeyler öğrenmeye devam ettiğim bir şirketteyim 28 sene sonra bile, bu bir şirketin bir şeyleri şekilendirdiğini gösteriyor ben de o şekillendirmenin içerisinde yer almaktan çok heyecan duyuyorum. O yüzden Unilever için hep şunu söylüyorum: mezun vermeyen bir okul, mezun vermek istemeyen bir okul. Unilever öğrenmeyi seven ve sürekli olarak bir şeylerin peşinde koşan insanlara göre diye düşünüyorum. Kişisel olarak da şöyle bir motive edici tarafı var: insanlara ne sunuyoruz diye baktığım zaman onlara iyi beslenmeleri için iyi ürünler sunuyoruz, insanlara kendilerini iyi hissetmeleri için kişisel bakım ürünleri sunuyoruz, insanlara hijyenik bir ortamda yaşayabilmeleri için hizmetler sunuyoruz. Böyle baktığımız zaman ben iyi bir şeyler satıyorum diye düşünüyorum, olumlu bir iş yapıyorum. Bunun yanında bu işleri yaparken söylediğim her şeyin tamamen arkasında olan bir şirkette çalışıyorum. Bu ürün bunu yapar dediğim zaman ben biliyorum ki o iddiayı oraya yazabilmek için bu şirket birçok üniversiteyle çalışmıştır, araştırmalar yapmıştır ondan sonra onu oraya koymuştur. Çıkıp tüketicime bu ürün budur dediğim zaman biliyorum ki arkasında doğru bir yapı var, çok ciddi bir emek var. Sözümün arkasında durduğum, doğru şeyleri yaptığım bir işten bahsediyorum, bu da benim için önemli. Bir diğer nokta da 150 ülke 2 milyarın üzerinde insan dediğiniz zaman o kadar çok insana dokunuyoruz ki… Türkiye bazında oturup hesapladığınız zaman şuanda 7500’ün üzerinde sadece Müşteri Geliştirme tarafıyla ilintili çalışan ekibim var. Bunların aileleri, Unilever’in üretim tesisleri, Unilever’in üretim tesislerine hizmet sağlayan gruplar diye baktığınız zaman milyonlarca insan aslında bir şekilde evlerine ekmek götürebilmeleri konusunda bir ağ oluşturuyor. Bir çok insanın hayatına bu anlamda dokunuyorum. O yüzden oturduğum koltukta da hep aynı şeyi düşünüyorum: bu ağın sorumluluğu var bende sadece kişisel kariyerimin sorumluluğu değil. Böyle baktığınız zaman yaptığınız işte bir anlam olduğunu hissediyorsunuz.