Anlatsın
Giriş
Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora eğitiminiz size neler kattı?
Transkript
İlk okula bir sene erken gittim. Oradan daha çok, yani okumaya hevesli bir çocuk olduğumu söylemişler, zaten farketmişler. Ben Benoa Fransız Lisesi mezunuyum. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümüyle üçüncülükle girdim ve yine üçüncülükle mezun oldum. Oradan Avrupa Birliği Master programını yapmak için Jean Monnet Bursu ile başvurmuştum; o sene ikinci kez veriliyordu. Türkiye için iyi bir burstu ve çok büyük zorluklarla o yarışmayı kazanmıştım. O burs yarışmasını bir sene Brüksel’de ULB’de okuduktan sonra Türkiye’ye dönmeden Carlton Üniversitesi’nde ekonomi doktorasına kabul edildim. Tam devlet bursuyla orada doktoramı bitirdikten sonra Montréal Üniversitesi’nde post doktoraya kabul edildim ve CIRANO Araştırma Merkezi’nde görev aldım.

Ondan sonra Kanada’da birkaç sene akademide çalıştıktan sonra birkaç üniversiteden, Türkiye’den Bilgi Üniversitesi’nden teklif geldi ve 2001 yılından beri Bilgi Üniversitesi’nde çalışmaktayım. Kariyerimi Bilgi Üniversitesi’nde ilerlettim. Buranın bana kattıkları neler? Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyen olmaya iyice emin oldum. Boğaziçi Üniversitesi bana hoca olmanın çok keyifli bir şey olduğunu hissettirdi. Aklımdan asla çıkmayacak anılardan biri, rahmetli Demir Demirgil Hoca ile ilgili. Ekonomiye giriş derslerimizi 300-400 kişilik geniş spor salonlarında alıyorduk. Eğer biraz uyukladığımızda sabah sekiz buçukta "I Fall in Love in Portofino" şarkısını söyler, dans ederdi. Yani benim hocalarım böyle hocalardı.

Rahmetli Murat Sertel de son derece enteresan ve karizmatik bir hocaydı. Ayşe Buğra’yı hala çok seviyorum, o da beni çok etkileyen bir hocadır. Nilüfer Göle de hocam oldu. Nilüfer Göle’nin hiç kalem oynamadan yüz verdiği bir öğrencisiydim; ondan ders aldığım için hep gurur duymuşumdur. Dolayısıyla derslerimi zevkle okudum, hocalarımı çok sevdim, öğrenmeyi sevdim. Böyle bir ortamda güzel insanlarla çok iyi arkadaşlıklar kurmak birbirini kovaladı.

Kanada’daki doktoram ise daha meşakkatliydi. Orada doktoralık daha tekil bir şeydi; tek başınaydınız. Derslerin bir senede bitmesine rağmen, daha sonra tez yazıyorsunuz ya da alan derslerinizi alıyorsunuz. O süreç daha meşakkatli bir süreçti. İtiraf etmek gerekirse, o süreçte yorgunluklar, pes etmişlik duyguları ve bunun üstesinden gelememe kaygıları yaşadım. "Benden hiçbir şey çıkmaz" gibi moral bozukluklarım olmuştu. Ancak son kertede hiçbir zaman bırakmadım. Hep dedim ki, bu yola baş koydum, sonunu görmeliyim. Mücadele etmeliyim. Bugün zor, bugün daha az başarılı olabilirim. Ama yarın bunun tersine döneceğine inanıyorum çünkü öyle istiyorum. Kendimi sürekli motive ettim.

Sanırım o motivasyon belki de akademisyenlerin kendi hücre kimyasalarında var. Yani kendi kendini daha iyi yapmak için motive etmek. Bunun için derler akademisyenler için "bir tür yaratıcılık" diye. Yani bizim kreasyonlarımız, insanların duvara astığı şeyler gibi olmuyor. Biz, otuz-kırk kişinin okuduğu makaleleri, iyi bir yerde yayınladığımızda mutlu oluyoruz. Eğer bir makale yirmi beş-otuz referans aldıysa, havalara uçuyoruz. Ama bunu başarmak, bir tür girişimcilik. Her makalede biz de bir şeye girişmiş oluyoruz.
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.

Bu soruya verilmiş 2 cevap daha var.