Bir kere, ekonominin temel derslerini severek okusun. Sıkıcı demesin, umarım o derslerde daha keyif alır. Anlatılagelen bu konularda küçük küçük devrimler olacaktır. Temel derslerini güzel aldıktan sonra, "Hayatta ben ne seviyorum?" diye sorsun. Kendi kendine baksın, sevdiği yerlere doğru kanalize olsun ve "Bu sevdiğim işle ekonomiyi nasıl birleştiririm?" diye düşünsün. Tıpkı benim sanat ekonomisine girişimin Paris'te sergi gezerken aklıma gelen bir fikirden kaynaklanması gibi: "Burada bu kadar eser var. Bunları toplasan kaç para eder? Bizde kaç paralık eser vardır? Müzelerde kaç paralık sanat eseri var?" Fikrinin neticesinde yazılan makaleler bana bir dersi doğurttu. Dolayısıyla herkes kendi ilgi alanını keşfetmek zorunda. Sizin ne yemeği sevdiğinizi ben bilemem, dolayısıyla nerede başarılı olacağınızı yine siz bulacaksınız. Ama ana derslerinizi, yani ilgi alanınızdaki dersleri sakın es geçmeyin.
Muhasebe gibi temel dersleri atlamayın. İşte para, hesap kitap; bunlarla ilgileniyorsanız, oradaki bütün dersleri almalısınız. Eğer aldırmıyorlarsa, hocanın kapısının önünde ağlayın ve "Bu dersi almam gerekiyor" deyin. Bu dersi alın. Diyelim ki ekonomi okuyorsunuz ama bir yandan da pazarlama alanında uzmanlaşmak istiyorsunuz. O zaman pazarlamanın bütün derslerini alın. Ya da ekonomi okuyorsunuz ve akademisyen olmak istiyorsanız, akademide makale yazan, bu konuyla çok vakit geçiren hocalarınızın ofisinden ayrılmayın.
Ben hocalarıma kahve alır, kapılarında beklerdim. Bazılarının kapıları açık değildi, kapılarını kitlerdi ama ben de kahve alır, yerde oturur beklerdim. Kapıyı açarsa, hoş sohbet etmeyi düşünürdüm: "Ne makalesi yazıyorsunuz? Ne üzerine çalışıyorsunuz?" Sadece onların yaşantısının bir parçasını görebilmek için. Çünkü benim ilgi alanım oydu. Yani ben ilgi alanımı sonuna kadar Boğaziçi'nin bana sunduğu bütün imkanları kullanarak keşfetmeye çalıştım. Hangi ekonomi derslerini aşkla anlatıyorsa, ona yönelsinler. Eğer okudukları üniversite dışında başka bir üniversitede başka bir ders varsa, o dersi bile alabilirler. Çünkü İstanbul'daki üniversitelerde bu imkanlar var. Seçmeli dersleri alabilir, birbirlerinden saydırabilirler. Ziyaretçi öğrenci bile olabilirler.
Yani ilim neredeyse koşacaksınız, ilginiz neredeyse onun peşine düşmelisiniz. Pes etmek yok. Hiçbir şeyi kabul etmeyin, daha güzelini isteyin. Hocalarınızı olumlu eleştirin ve her yıl keyif almaya bakın. Her yıl o üniversite ağı (network) geliştirin. Gelişmiyorsa bilin ki bir problem var; ya siz ekonomiyi sevmiyorsunuz ya da doğru dersleri seçemiyorsunuz. Orada bir sıkıntı var. Network büyüyecek, daha çok insan tanıyacaksınız. Her yıl daha fazla hocanızla daha uzun sohbetler yapabileceksiniz ve bu sohbetlerden belki sizden bir akademisyen çıkacak. Belki Merkez Bankası'nda bir uzman olacaksınız. Belki üniversitede ekonomi profesörü olmak isteyeceksiniz. Belki başarılı bir iş insanı olacaksınız. Başarılı olmak için bu bilgileri kullanacak ve bu yola çıkacaksınız.
Ama kendinizin ne olacağını, bu süreçte keşfetmek zorundasınız. Evet, hayat sürekli bir öğrenme sürecidir; bunu kabul ediyorum ama üniversitenin bir başlangıcı ve bir sonu var. Yani diplomayı aldığınızda, artık buraya tekrar bu şekilde dönmeyeceksiniz. Belki iş sahibi olarak döneceksiniz. Dolayısıyla bu süreci iyi değerlendirin. Üniversitede zorunlu ekonomi derslerini güzel öğrenin, umarım benim de içime sindiği gibi. Tüm ekonomi eğitiminin ülkede bir reforma gitmesini umuyorum. Ama gitmese bile, siz kendiniz o reformu içinize başlatın.
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.