Bana en büyük faydalarından biri şuydu: Biz okuldaki projeleri gerçekten şirketlerle yapıyorduk. Onlardan biri de Trek. Bu, benim ilk işe başladığım iş yeridir. Dördüncü sınıftayken onlarla birlikte ortak bir proje gerçekleştirdik. Hatta bunun çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Yani umarım bu tarz projeler hala devam ediyordur. O dönemde ben ve bir arkadaşım iş teklifi almıştık Teksa'dan. Ben 10 Temmuz'da mezun olup, 12 Temmuz'da işe başlamıştım. Orada bir buçuk yıla yakın bir süre çalıştım ama daha sonra askerlik nedeniyle ayrıldım. İşte bir askerlik sürecim oldu. Ürün tasarımıyla yaklaşık bir buçuk yıl kadar uğraştım diyebilirim. Bir geçiş olması gerektiğini düşündüm çünkü ürün tasarımında mezun olan kişi sayısıyla ihtiyaç arasında büyük bir fark vardı. Üniversiteye ilk girdiğimde yalnızca beş üniversitede Endüstriyel Tasarım bölümü vardı, mezun olduğumda ise bu sayı yirmi beşe çıkmıştı. Bu nedenle arz-talep dengeleri de çok farklıydı ve giderek işsizlik sorunu ortaya çıkmaya başlamıştı.
Bir noktada ben tasarımı sadece bir ürün olarak görenlerden değilim; daha geniş bir yaklaşım sergilemem gerektiğine inandım. O yüzden de farklı bakış açıları kazanmak için yeni bir yöne gitmek istedim. Daha çok sanat tarafında neler yapabileceğimi düşündüm. Sonra askerlik dönüşü belli ajanslarla görüşmeye başladım. Dedim ki, "Ben ürün tasarımcısıyım ama bunu öğrenmek istiyorum. Yani bilmiyorum ve nasıl öğrenebilirim? Beni eğitebilecek bir yer olmalı." Daha küçük, butik bir ajansta art direktör olarak başladım ve orada çok fazla şey öğrendiğimi düşünüyorum. Neredeyse bir yıl boyunca çalıştım. Bu süreçte, firmalarla nasıl görüşülmesi gerektiğini öğrendim. Çünkü ürün tasarımı daha somut ilerliyordu; burada çok sabit bir düzen vardır. Önce bir fikir aşaması gerçekleşir, sonra skeçler çizilir, prototipler hazırlanır, ardından test edilir. Sonuçta ön ürün üretim süreci vardır ve nihayetinde üretime geçilir; bu aşamada revizyon yoktur. Üretime geçen ürünler milyonlarca üretilir.
Çalıştığımız firmalarda ürün tasarımı yaparken Apple, TomTom, Blackberry ve Nokia gibi büyük markalarla birlikte çalışıyorduk. Bu sebeple ben iş dünyasında, yani müşteri ve hizmet veren arasında kurulan ilişkinin profesyonel olduğunu düşünüyordum. Ancak ajans dünyasına girince her şeyin bambaşka olduğunu gördüm. Ürün çıktığında bile revizyonlar gelebiliyor ve çok sayıda aşamada bunu yaşadık. Yani ekosistemi tanımladığımızı fark etmeye başladık. Hatta benim o bir yıl sürecinde tamamen bu adaptasyonu yaşadım. Müşteri tarafında ya da tasarım sürecinde nasıl bir kaos olduğunu öğrendim. Tüm süreç kaos yönetimi üzerine ilerliyordu. Ama sadece kaosu öğrenmedim; aynı zamanda dijital dünya, reklamcılık ve içerik üretimi gibi birçok alanda bilgi sahibi olmaya çalıştım. Yapmadığım birçok şey olsa da, yalnızca bilgi sahibi olmak istedim.
O dönem benim için kozalaktan çıktığım bir dönemdi; neredeyse bir yıl boyunca gece üçlere kadar çalıştım ki bu tamamen işi öğrenmek içindi. Kimse beni zorlamıyordu, aldığım maaşı söylesem herkes ağlar, gece üçe kadar çalışılır mı diye. Ama bir noktadan sonra geçiş yapmanın zamanı geldiğini düşündüm. Daha dijital odaklı bir yol izlemem gerekiyordu çünkü Türkiye'deki art direktörler, tam anlamıyla sanat yönetmiyorlar. Belirli görevler veriliyor; bunlar banner tasarlamak ya da bir reklam çekiminde bir görselin rengini değiştirmek gibi detaylı işler olabiliyor. Bu tarz işler butik ajanslarda daha yaygınken, büyüklerde belki durum farklıdır, orada ne olduğunu bilmediğim için yorum yapmıyorum.
Daha sonra kariyerimde bir şans oluştu. O dönemde eşim olan Çağıl, Usersport'tan eğitim almıştı. Mustafa da ona şunu söylemişti: "Ben bir eğitim aldım, kullanılabilirlik üzerine." Hatta Mustafa'nın da ODTÜ'den mezun olduğunu öğrendim ve neredeyse yaşlarımız da yakın. Ben yalnızca deneme amaçlı Mustafa’ya bir e-posta attım; "Böyle böyle art direktörlük yaptım ama dijital dünyada gerçekten büyük bir deneyimim yok. Hatta bir yıldır öğrenmeye çalışıyorum, yalnızca ne yapabiliriz?" diye yazdım. Mustafa, "Portföyünü gönder," dedi. Portföyümü gönderdim ancak dijitalde çok işim olmasa da layout'una çok önem vermiştim. Çünkü bu işin temelinde bu vardır; ne kadar yetenekli ya da ne kadar az iş yapmış olsanız da, yaptığınız en ufak bir işin tasarımsal olarak nasıl göründüğü önemlidir.
Mustafa ile portföyümü paylaştıktan sonra beni çağırdı. O zamanlar Mecidiyeköy'deki ofisteydik. O sırada orada beş kişi çalışıyordu ve ben altıncı kişiydim. Şu an toplamda kırk kişi varız.
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.