Radyoculuk bana neler kattı? Öncelikle insanların birbirine bir şeyler aktarabilmesi çok önemli. Bunun yanı sıra diksiyon eğitimi ve hitap eğitimi alabilmek benim için büyük bir şanstı. Her şey bana yeni kapılar açtı. Buraya girebilmemi de buna borçluyum. Daha öncesinde TRT'de bir program çekmemi sağladı ve insan ilişkilerimi değiştirdi çünkü konu açabilme kabiliyetimi geliştirdi. Orada insanları sürekli güncel tutmanız gerektiği için normal hayatımda da bunu yansıtabilme becerisi kazandım. Bu süreçte inanılmaz dostluklar edindim. Her şeyin en iyisini radyoda öğrendim.
Üniversiteye başladıktan sonra spikerlik yapmak istiyordum ve radyoyla öyle tanıştım. 2005 yılında radyoların gerçekten de çok favori olduğu dönemlere girdik. İletişim mecrası olarak çok keyifli zamanlardı. Radyoculuğa başladığımda geceleri yayın yapıyordum. 12'den sabah sekize kadar, otomasyon programlarının olmadığı, CD'den yayın yaptığımız zamanlardı. Sonrasında otomasyon programları geldi ve iş biraz daha kolaylaştı. Ancak radyoculuğun, Pelin'in de söylediği gibi, gerçekten belli bir yönü var; zamanla biraz yaşlandık gibi hissettim. Evet, o kadar yaşlı değiliz ama radyo artık biraz geçmişte kaldı. Kıvanç da ekibimize dahil oldu; o zamanları anlatmak gerçekten harika.
Radyoculuğun artılarına gelince, bir tane eksisi var: bıraktığınızda inanılmaz bir özlem duyuyorsunuz. Mikrofondan kopamamak gibi bir his oluyor. Şu anda toplantılarımızda herkes bir şeyler anlatırken ben mikrofon alıp öyle anlatıyorum; bu mikrofona bağlılık gerçekten anlamlı. Hitap etme yeteneği çok değerli çünkü hiç kimseyi göremediğiniz bir ortamda, önünüzde sadece bir miksere ve CD'lere bakarak birçok kişiye anında sesleniyorsunuz. Bu müthiş bir duygu.
Radyoculuk aynı zamanda sizi girişken hale getiriyor. Radyoda çalışan biri olarak her şeyi ilk bilen sizsiniz gibi bir his var; gitmediğiniz bir olayı bile "ben oradaydım" edasıyla anlatabiliyorsunuz. Girdiğiniz ortamlarda o ortamın yıldızı haline gelebiliyorsunuz. Daha sonra radyo, bana televizyon dünyasının kapılarını da açtı. Bir dönem televizyonla da ilgilendim ve o zaman televizyonun ne olduğunu daha iyi anladım. Sonrasında dijital dünyayı radyo ile keşfettim. Çok keyifliydi.
Radyo, doğaçlama yeteneğini geliştiren bir mecra. Konuştuğunuz şeylerin bir yerde değerli olması gerekiyor çünkü dinleyicinin radyoyu tercih etmesi veya etmemesi, tamamen sizin sözlerinize ve çaldığınız şarkılara bağlı. Bu yüzden her şarkıyı çalarken; "Ben şu an arabada ya da evde bu şarkıyı dinler miydim?" veya "Bu şarkının öncesinde nasıl bir anons duymak isterdim?" diye düşünerek tuşa basıyoruz. Radyoculuk gerçekten keyifli, ancak aynı zamanda zor bir meslek.
Radyo, şu anda geri planda kalmış durumda. Kazanç açısından eski dinamizmi yakalayamıyor; ayakta kalmak için zorlanıyor. Bu saatten sonra radyoculuk yapar mısın diye sorsalar, evet, yaparım; içten bir sevgiyle bunu isterim. Ama iki kere düşünürdüm. Hobi olarak yine yapabilirim; yapmamak demiyorum kesinlikle. Yine yap diyeceğimiz mesleklerden biri. Herhalde bu alanda son temsilcileriz diyebiliriz. Fakat radyo, dijitalleşme ile yeniden hayata katılabilir. Tekrar önemli bir mecra haline gelmesi için projeleri olanlar varsa hiç durmasın; fırsat bu fırsat!
Bu metin otomatik olarak oluşturulmuştur. Hataları bildirerek geliştirilmesine katkı sağlayabilirsiniz.