Vizyon eksikliği. Ankara'dan mezun olan öğrenciler gelecekleriyle ilgili neler yapabilecekleri konusunda ne yazık ki dar görüşlü oluyorlar. Ancak ve ancak Ankara'ya rağmen kendisini yetiştirmeyi bilenler aradan sıyrılabiliyor. İstanbul'da onca şirketin göbeğinde insanlar neler yapabileceklerinin daha farkında ve daha azimli. Ankara'nın "memur kenti" imajı öğrencilerini de biraz memur havasına sokuyor.

Güncelleme (14/7/2014):
- Havuz inşaatına başlandı.

--------------------------------------------------------------------

Koca Bilkent’te bir havuz yok. Bu biraz sinir bozucu olabiliyor. Ancak rahmetli İhsan Doğramacı, “Havuza harcanacak parayı, kütüphaneye yeni yeni kitaplar almak için kullanıyor. Zaten Bilkent’i Bilkent yapan da bu.” dediğinden beri bu mevzuya pek de itiraz etmiyorum.

Asıl önemli problem, ders yükü. Tamam, eğitim çok üst seviyede, ancak öğrencinin omuzlarına da çok ağırlık konuyor. Bunu içtenlikle söylüyorum, Bilkent’te epey yüksek bir not ortalaması için uğraşıyorsanız, hiçbir başka üniversitede ve hiçbir başka bölümde olmadığı kadar yoğun bir tempoda olursunuz. Bu konuda ciddiyim, ve tıp okumak da bu “diğer”lere dahil.

Güncelleme (14/7/2014):
- Yurtdışı olanaklarının kapsamı daraldı ne yazık ki. University of California artık ihtimal dışı.
- Rektörümüz eskisi gibi ne Twitter ne de Moodle'da aktif artık. Bu güzelliğini de kaybetti Bilkent.

---------------------------------------------------------------------

Özel üniversite olmanın ayrıcalıkları demek yeterli olur. Okuldaki bakım, yurtlardaki lüks ve konfor… Bilkent’e gelince “okulun parası yok, şurayı düzeltemiyor” lafını unutuyorsunuz.

Kesinlikle yurtdışı olanakları, “Neden Bilkent?” sorusunda anlattığım üzere.

İnsanlar. Bilkent’te harika bir çevre yapabilirsiniz, her kesimden insan var. Ortam mükemmele yakın.

Ben şahsen pek kullanmasam da, harika bir kütüphane var, ilgililerin dikkatine.

Ve de rektörümüz sayın Abdullah Atalar’a doğrudan soru sorma şansımız var. Bilmiyorum Türkiye’de kaç üniversite rektörü Twitter hesabı açıp üniversitesinin öğrenci forum sisteminde (Bilkent’te Moodle diyoruz) kendisiyle ilgili bir başlık açmıştır.

Aslında ben en başta “Bilgisayar Mühendisliği” istiyordum. Ancak ÖSS’ye hazırlanırken bu kararımdan vazgeçtim. Bunun da temel sebebi aslında, Bilkent Üniversitesi’nde IEEE isimli bir öğrenci kulübünün yaptığı bir etkinlik oldu: Üniversiteye Doğru (ÜD). Ben Üniversiteye Doğru 2008′in katılımcısıydım. Bu etkinlik sayesinde henüz lisedeyken kalkıp Bilkent’e gelip bilgisayar, elektronik ve endüstri lablarına girdim. Her labda o bölümün öğrencileri ne yapıyorsa onu yaptık. İşte tam bu noktada ben fikir değiştirdim. Bilgisayarda program yazmayı ve bir şeyler kodlamayı epey seviyordum, ancak hayatım boyunca bir bilgisayar karşısında oturup saatlerce kod yazamayacağımı fark ettim. Elektronik labına girdiğimizde, elime havyayı alıp lehim yaptığımda, ışıklı mışıklı yanıp sönen bir devre yaptığımda, hangi bölümde okumam gerektiğini anladım. Üniversiteye Doğru’nun ardından, artık rahatlıkla “Elektrik – Elektronik Mühendisliği” diyordum.

Endüstri Mühendisliği’ne gelince optimizasyon kavramı pek ilgimi çekmedi. Birçok endüstri mühendisi yönetici olacağım diye balıklama atlıyor bu bölüme, aman dikkat edin. Bölümünüzde en iyilerden birisi olmadığınız sürece bu hayalinizden uzak kalabilirsiniz. Nitekim özel sektördeki birçok firma işe alırken ille de endüstri mühendisi diye tutturmuyor, diğer disiplinlerden de bu firmalara girebilirsiniz. Kendinizi her alanda geliştirdiğinizden ve alanınızda da iyi olduğunuzdan emin olun sadece.

Not: Tıp aklımın ucundan bile geçmedi. Biyolojiyi deli gibi seviyorum o ayrı, ama ben kanla ameliyatla falan uğraşamam, bünyem kaldırmıyor.

Güncelleme (14/7/2014):
- Aşağıda bahsettiğim University of California ile olan değişim anlaşmaları maalesef feshedildi.
- Bu yaz mezun oldum. Şu an itibariyle gözlemlediğim, akademik kariyer ve savunma sanayi için Bilkent'in enfes olduğu, ancak özel sektörler için Boğaziçi'nin tartışılmaz bir vizyon kazandırdığı.

-----------------------------------------------------------------

Tercih döneminde aklımı yiyip bitiren bir soru oldu bu. Bilkent mi, ODTÜ mü? Yoksa Boğaziçi mi? O dönemde “Elektrik – Elektronik Mühendisliği” okuma kararımı çoktan vermiş birisi olarak, tek düşündüğüm üniversite tercihiydi. Bilkent kaliteli, ODTÜ ve Boğaziçi’nin ismi yeter, hepsinin ayrı bir güzelliği var. Ancak en akıllı tercihin Bilkent olduğunu düşünmesem şu an Bilkent’te olmazdım.

En başında Bilkent, Elektrik – Elektronik Mühendisliği eğitimini Türkiye’de en iyi veren okul olarak ön plana çıkıyor. Bunu okula geldiğiniz zaman da yoğun ve ağır bir ders programıyla karşılaştığınızda anlıyorsunuz. Ancak düşündüğünüz zaman, ODTÜ ya da Boğaziçi de en kötü halleriyle dahi harika bir eğitim veriyorlar. Öyle olmasalar bugün bulundukları yerde bulunmazlardı. Bu açıdan bakınca, eğitim kalitesi sadece Bilkent’i seçmemi “destekleyen” bir şeydi, işin gerçek sebebi değil.

Peki neydi bu gerçek sebep? Yurtdışı olanakları. Bilkent’te hem öğrenciyken, hem de mezun olduktan sonra master yapmak istediğiniz zaman acayip geniş yurtdışı olanakları var. Çiçeği burnunda birçok vakıf üniversitesi bu yolla öğrenci kandırıyor biliyorum, ancak Bilkent’in durumu öyle değil. Henüz öğrenciyken Berkeley ve UCLA gibi ABD’deki en iyi okullara değişim öğrencisi olarak gitme imkanınız var, diğer vakıf üniversitelerindeki gibi Amerika’nın kıyıda köşede kalmış üniversitelerine değil. Tabi bunlar için yüksek bir ortalama gerek, o ayrı. İşte diğer üniversiteler bu noktada sıkıntılı. Eleştirmek istemem, ancak özellikle diğer üniversitelerde hem üniversite öğrencileri için hem de master dönemi için yurtdışına çıkma konusunda inanılmaz bir karşıtlık var. İmkan olmamasını geçtim, imkan yaratılmıyor. Siz kendiniz imkan bulsanız, referans alamıyorsunuz. “Beyin göçü”nü engellemenin yolunu öğrenci göndermeyi tamamen kesmekte gören bu anlayış, beni doğrudan doğruya Bilkent’e yönlendirdi.

Zamanında bir büyüğüm, “Bilkent diğer üniversitelerden yüksek bir seviyededir. Eğer diğer üniversitelerde okursan gelir Bilkent’te master yaparsın. Eğer Bilkent’te üniversite eğitimini alırsan, master zamanında Amerika yolcusu olursun” demişti. Tercih döneminde yaptığım gezilerde bunun kesinlikle böyle olduğu kanısına vardım, zaten Bilkent laboratuvarlarındaki sayısız ODTÜ’lü master öğrencileri bunun en büyük kanıtı.

Siz siz olun, neyi önemsediğinizi iyi belirleyin. Eğer not ortalamasını pek önemsemeyip üniversite hayatı yaşamak derdindeyseniz, ODTÜ sizlere harika bir kampus öneriyor. Ancak Türkiye’nin en iyi profesörlerinden kaliteli eğitim almak, özel üniversitenin uçsuz bucaksız imkanlarından yararlanmak ve de “yurtdışına gideceğim” dediğinizde size direnen bir anlayışla karşılaşmak istemiyorsanız yapacağınız bir ve yalnız bir tercih var: Bilkent Üniversitesi.